Sayfalar

11 Mart 2016 Cuma

Bafa Gölü çevresi

Geçen hafta sonu (6 Mart 2016) güneşli bir bahar gününde, Ebruli Tur'un programıyla Bafa Gölü çevresi yerleşimlerini keşfettik. Turumuzun rehberi Şükran Laleoğlu, anlatan hocamız da Arkeoloji Bölümü'nde hoca olan Doç.Dr.Nezih Aytaçlar'dı. Rehberlerimiz de günü bilgi ve enerjiyle doldurunca gezimiz çok güzel geçti.Hem doğasıyla, hem tarihi hem de mitolojik hikayeleriyle rengarenk olan bu yerleri görünce, bu cenneti daha önce nasıl keşfetmediğime şaşırdım.
İşte gezimizden küçük notlar ;)


Kır çiçekleri


Bafa Gölü
Bafa Gölü'nün herşeyden önce coğrafi tarihi çok ilginç. Bugün İzmir'den Bafa Gölüne doğru gidilen rotada aslında antik çağlarda bir körfez bulunuyormuş. Ancak zamanla Menderes Nehrinin taşıdığı alüvyonlar körfezi doldurmuş, bu esnada Bafa Gölü de karanın içinde kalarak denizden göle dönüşmüş. Yıllar içinde suyu tatlı suya değişen göl, yükselmiş ve antik çağlarda deniz kıyısında olan bazı yapıları suyun altında bırakmış. Hocamız, günümüzde bile karanın her sene 6m kadar denize doğru genişlediğini ekledi.
Menderes nehri denizi doldurmadan önce...
Dolayısıyla rotamız içinde geçtiğimiz Menderes ovası,oldukça verimli topraklardan oluşuyor. Özellikle pamuğu ile ünlü Söke'nin doğal ürünleri 1800'lü yıllarda limanlara ulaştırılmak istenmiş. Denizle "artık" bağlantısı olmayan, karayolunun da çok bozuk olduğu bu dönemde, yabancı tüccarlar, devletle işbirliğine geçerek İzmir-Aydın tren yolunun yapımını sağlamış. Böylelikle 1860 yılında, Anadolu'nun ilk demiryolu İzmir-Aydın arasında yapılmış.

İzmir'den ayrılalı 2.5 saat olmuştu ki, verimli ovaların ardından yavaş yavaş göle yaklaştık. Bu büyük göl, dinginliğiyle sakin bir huzur veriyor, bir yandan da çevresindeki büyük kaya yapılarıyla tam bir tezat oluşturuyordu. Manzara çok güzeldi; yeşili, maviyi ve bahar çiçeklerinin renklerini barındırıyordu. Henüz yapılaşmamış, sessiz ve doğal bir doğanın içinden vardık göl kenarına...
Bafa gölü
İlginç bir bilgi: Bafa Gölünün mülkiyeti 1970'lere kadar sadece bir ailenin elindeymiş.1978 yılında Ecevit'in girişimiyle hazineye devredilmiş.

Bafa Gölü civarında MÖ.6 yy'da Karia yerleşimi olan Latmos kenti bulunurmuş. MÖ.300'de kentin yeri değişmiş ve halk yine aynı bölgedeki, deniz kenarındaki Herakleia'ya taşınmaya zorlanmış. Herakleia kenti, mermer ticaretiyle ünlü bir kent olmasına rağmen zengin bir kent olamamış. Zaman içinde de körfezin alüvyonlarla kapanması sonucu, ticaret yapamamış, önemini kaybetmiş ve yok olmuş.

Göl kenarına vardığımızda ilk rotamız Yediler Manastırıydı. MS.12yy'a tarihlenen bu manastıra çıkmak için bizi dağda 3kmlik bir tırmanış bekliyordu. Tırmanış o anda zor değil gibi gelmişti ama akşamüstü eve geri giderken yorgunluğu hissedince ne kadar enerji harcadığımızı da anlamış oldum.

Yediler Manastırı, Sina yarımadasından kaçan keşişlerin inzivaya çekildiği, tekil ibadetlerinin yanı sıra, topluluk olarak da gündelik hayatı sürdürdükleri bir ibadet merkezi. Buraya karşı cinsten kimse gelemezmiş, amaç şeytani duygulardan uzaklaşmak, çile çekmek, fakir olmak, Hz. İsa gibi sadece bir kıyafetle hayatı geçirmek ve Tanrı'ya yaklaşmakmış. Sadece manastırda değil, çevredeki dağlardaki mağaralara da gider bazen aylarca, bazen yıllarca (rekor:12 yıl) çile çeker, dünya hayatından uzaklaşırlarmış.
Yediler Manastırı
Yediler Manastırının yanında doğal olarak oyulmuş bir kayanın içinde freskleri gördük. Bu fresklerde, İncil'den belirli sahneler vardı. 


Yolda giderken sadece tarihi değil, doğayı da gözlemledik. Çiçekleri, inekleri ve şirin mi şirin bir buzağıyı gördük. Buzağı bizden utandı mı korktu mu bilmem, annesinin arkasına saklandı. Her canlının bebeği ayrı tatlı oluyor :)
Buzağı ve inek
Dönüşümüz Kapıkırı köyüneydi. Göl kenarındaki bu köy, kısmen daha turistik. Ben hiç görmemiştim oraları ancak keşfeden gruplar meğer çokmuş. Biz oradayken fotoğraf ve gezi grupları da ziyaret etti. Öyle yemeğini yedikten sonra köyün içindeki kalıntıları gezdik.

Agorayı, Athena tapınağını (taş işçiliği çok düzgündü ve tapınak çatı seviyesine kadar korunmuştu), meclis yapısını ve Endymion tapınağını keşfettik. Aralarında en ilginç olanı bence meclis yapısıydı, çünkü bina bir köylünün bahçesinde bulunuyor :) İzin isteyerek selam vererek girdik. Tarih ve yaşam içiçe; çok hoşuma gitti.
Köylünün bahçesinde kalmış meclis binası
Arada biraz mitolojiye de kaydık. Tapınağını ziyaret ettiğimiz Endymion, çok yakışıklı bir çobanmış. Ay tanrıçası Selene'nin kalbini çalmış. Zeus'un hediyesi olarak da sonsuz bir güzellik uykusuna yatmış. Selene, sonsuz uykusu boyunca her gece sevgilisini ziyaret etmeye devam etmiş. Sonrasında ne olmuş bilinmez ama mitolojideki bu hikaye antik rölyeflerin yanı sıra yağlıboya resimlerin de ünlü konularından biri olmuş. 

Bizim de gezimizin mitolojik hikayesi oldu :)

Akşam günbatımını da izledikten sonra yorgunluğun rehaveti ve temiz havanın huzuruyla tekrar şehre döndük. Özellikle İzmirlilere,kısa sürede varabilecekleri bu güzelliği kaçırmamalarını tavsiye ederim. İyi gezmeler :)
Günbatımı


0 yorum:

Yorum Gönder